Sunday, December 13, 2009

Yumurta Krizi ...

Uzun bir tatilden sonra NewYork insana, ilaç gibi geliyor... Ama yavaş yavaş etkisini gösteren bir ilaç gibi değil… Birden, şok etkisi yaratıp kendine getiren ilaçlardan!

Bu aralar, en büyük olayımız tahmin edeceğiniz üzere: Krizimiz!
Ekonomik Kriz!..
İlk geldiğimde, resmen bir hafta NBC ile yatıp, NBC ile uyandım...

Kriz hemen bir günde kopmadı tabi, ama en tavana vurduğu sıralarda, NBC’de sanki “action-film“ izler gibi izliyordum… Die Hard 4!

Ne zaman ki, kriz sokaktaki yüzlere, konuşmalara vurdu, o zaman tedirginlik ve panik de beraberinde geldi...
Bazı Amerika’lı arkadaşlarımız, depresyona girmiş bile; sanmışlar ki büyük Amerikan ekonomisi ve sistemi çöküyor... (Ki, bir süreliğine işler iyice kontrolden çıkmıştı...)

Ekonomik Kriz, Politik Kriz, Bush Krizi…
Anlayacağınız geldiğimden beri, çok da Türkiye’den getirmiş olduğum; rahatlama ve yavaşlamaya sahip çıkamadım… Bir anda kendime geldim!

Aaaa, unutmadan bir de geçen hafta üç cift yaşadığımız bir Yumurta Krizi var ki, ona da değinmeden geçemeyeceğim...
NewYork’da her sene düzenlenen; Türk Film Festivali haftası kapsamında yayınlanan filmlerden bir tanesine gittik.
Daha doğrusu, kapanış filmi olan Yumurta’ya gittik...

Bizim için geçen haftanın en büyük krizlerinden biri de bu film idi.
Aslında çok da kötü konuşmak istemiyorum bu film hakkında ama neyse elimden geleni yapacağım...

NewYork’da yeni bir akım başlamış... Ya da benim yeni farkettiğim bir şey; insanlar artık Hollywood filmlerinden çok, Uluslararası Filmleri, sinemaya gidip izlemekten hoşlanır hale gelmişler... Sinemaya gidip izlemek diyorum çünkü zaten evinizdeki kabloluda, yeni çıkan filmleri, gecikmeli de olsa, maksimum 4.99 $ verip, koltukta uzanarak izleyebiliyorsunuz.

Uluslararası filmlerin en güzel tarafı; filmden çıkınca, üzerine saatlerce konuşabiliyorsunuz... Ana kahraman neden öyle yaptı? Neden yoldan çıktı? Orada anlatılmak istenen şey neydi gibi… Ve herkesin de bakış açışı o kadar farklı olabiliyor ki, muhabbet uzadıkça uzuyor…
Yumurta filminde, benim en sevdiğim de bu oldu...
Filmden çıktıktan sonra; saatlerce konuştuk üzerine...
İlk sahnenin gereksizliği? Eski sevgilisiyle olan konuşmasının filmdeki bağlantısı? Köpek, anne miydi? Ne işi vardı gecenin yarısında tarlanın ortasında 30 kadar koyun ve devasa çoban köpeğiyle? Yoksa her şey rüya mıydı?

Metafor üzerine metaforla dönüyor sanat filmleri…
Ve çıkışta da her metaforu çözmeye çalışıyor insan…
Kimileride de büyük tepki topluyor tabii ki...

Yumurta’yı geçtim, ondan önce yayınlanan kısa film, tam anlamıyla bir "Çin İşkencesiydi” diye gelen yorumlarla yedik film çıkışı yemeğimizi...
Ama cidden de, bir işkenceydi, Yumurta’dan önce yayınlanan “Güvercin Taklası” isimli kısa film…

Benim anlamadığım başka bir konu da; NewYork’da düzenlenen Türk Film Festivali için yapılan tanıtım filminde neden günümüze uygun, modern bir Türk Müziği ile tanıtım yerine, Coldplay’in “Rule The World” isimli şarkısıyla tanıtım yapılmış?..

Gerçi, Yumurta da; Altın Portakal Film Festivali’nde; En iyi Film ve En iyi Senaryo dalları dahil olmak üzere altı dalda ödül kazanmış… Onu da anlayamamışız!!!

Benim tek anladığım; sağımda, solumda, önümde, arkamda oturan insanların, kafalarına dayadıkları işaret parmağından dönme silahlarla kendilerini vurmak istedikleriydi film boyunca…

Ne anlar onlar sanattan da diyebilirsiniz? Belki de haklısınız…

Ben işaret parmağımdan dönme küçük silahımı, sadece Güvercin Taklası’nda kullandım…
Yumurta için, kurşun kalmamıştı, silahımda!

Ne yazık ki… :))

19.10.2008

Ceyla Gökahmetoğlu Gülboy

No comments:

Post a Comment